16 Ekim 2012 Salı

Küba krizinin 50’inci yılı





1962 Ekim ayında Türkiye’nin de bir parçası olduğu çok büyük bir uluslararası kriz yaşandı. Soğuk savaşa damgasını vuran Küba krizi ABD ve Sovyet Cumhuriyetleri arasında nükleer bir savaşa en yaklaşılan dönem olarak hatırlanır. 

Küba'da bulunan Sovyet füzeleri  Kaynak:AP
14 Ekim 1962 tarihinde Küba üzerinde uçuş yapan bir Amerikan keşif uçağı adada orta menzilli balistik füzeler tespit etti. ABD Miami’ye sadece birkaç yüz kilometre mesafede olan Küba’daki bu nükleer silahların varlığını kabul edemezdi. Nitekim Başkan Kennedy derhal adayı ablukaya alıp füzelerin sökülmesini talep etti.  Rusların cevabı gecikmemişti; Sovyet lideri Kruşev Küba’nın abluka altına alınmasının ve uluslararası denizlerde seyrü-sefer engellemelerinin tüm insanlığı nükleer savaşa sürükleyen bir saldırı olduğunu söylüyordu.
Jüpiter füzesi rampasında Kaynak: AP


Rus gemilerinin adaya yaklaşmalarını engellenmesi ile geçen birkaç hafta boyunca kapalı kapılar arkasında taraflar görüşmelerini sürdürmüşlerdi. 28 Ekim’de Kruşev ve Kennedy bir anlaşmaya vardılar; Ruslar Küba’daki füzelerini sökecekler, fakat karşılığında ABD Küba’yı hiçbir zamanı işgal etmeyeceğini açıkça taahhüt edecekti. Kamuoyuna yansıtılan anlaşma bundan ibaretti. Fakat bu anlaşmanın Türkiye’yi ilgilendiren ve kamuoyundan gizlenen kısmı ise ABD’nin Türkiye’de bulunan orta menzilli Jüpiter savunma sistemlerini sökme sözü vermiş olmasıydı. Türkiye Sovyet tehdidine karşı ABD tarafından topraklarına yerleştirilen füze sistemlerinin sökülmesine karşı olsa da Başkan Kennedy füze krizinin çözümü için en iyi yolun bu füzelerin sökülmesi olduğuna karar vermişti. Sonraki günlerde her iki tarafta sözlerini yerine getirip füzeleri söktüler. 
Sovyet gemilerini takip eden bir Amerikan uçağı. Kaynak: The Guardian

Böylece Soğuk savaş döneminin en önemli krizlerinden birisi Sovyetler’in füzelerini sökmesi  ve ABD’nin Küba’yı işgal etmeme sözü ve Türkiye’deki nükleer füzelerini gerçi çekme kararıyla sona eriyordu.


Leslie Gilbert Illingworth'ın çizimi Daily Mail gazetesi
Kruşev ve Kennedy  Kaynak:AP





















Kaynakça
Birleşik Devletler’in dış ilişkileri 1961-63 Bölüm XVI Doğu Avrupa; Kıbrıs; Yunanistan; Türkiye - Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı Tarih birimi
National Public Radio web sitesi
The Atlantic web sitesi
The Guardian gazetesi
Associated Press

Türkiye’nin yeni oyunu – uçak indirmece



Suriye uçağı F-16'larla yere indirildi
Suriye Uçağı Ankara’ya indirildi
Suriye Uçağı Esenboğa havalimanı’na indirildi
Ermenistan uçağı Erzurum’a indirildi

Son 1 haftanın gazete manşetleri yukarıdaki şekilde. Hatırlamak gerekirse, Moskova’dan Suriye’ye gitmek üzere havalanan Suriye Havayollarına ait bir yolcu uçağı Türkiye üzerine geldiğinde Türk savaş uçakları eşliğinde Ankara’ya inmeye zorlandı. Gazetelerden ve ‘’büyük’’ büyük devlet adamlarımızın söylediklerinden anladığımız kadarıyla uçakta sivil havacılık kurallarına aykırı ‘’bazı unsurlar’’ bulunduğuna dair istihbarat gelmiş ve bu sebepten ötürü uçak kontrol amacıyla Esenboğa’ya indirilmiş. Sonraki günlerde Türkiye’nin, Rusya’nın ve Suriye’nin uçakta bulunan malzemelere dair farklı açıklamaları oldu. Gazetelerden aldığımız kısıtlı bilgiler bu yöndeyken olayın hukuki tarafına dair neredeyse hiçbir şey söylenmemiş olması çok ilginç. Başka bir ülkeye ait uçağı zorla indirmek sık yaşanan bir şey olmadığına göre konuyu derinlemesine değerlendirebilmek için bazı bilgilere hakim olmak yararlı olabilir.

Esenboğa'ya indirilen Suriye uçağı

Öncelikle son bir haftadır gündemimizi meşgul eden konunun uluslararası hava hukuku alanına giren bir konu olduğunu bilmek lazım. 2nci Dünya Savaşı sırasında 1944’te Şikago’da imzalanan andlaşmalar ile havacılık ile ilgili temel kurallar oluşturulmuştur. Hava hukukuna göre bir ülkenin üstündeki hava sahası, ulusal hava sahasıdır ve bu ülkenin tam egemenliği mevcuttur.  Şikago sivil havacılık andlaşmasının 4’üncü maddesine göre sivil uçaklar sivil olmayan amaçlar için kullanılamazlar. Öte yandan Türk Dışişleri Bakanlığının uçak indirmeye ve aramaya dayanak olarak kullandığı 35’inci madde kargo taşımacılığının sınırlarını çiziyor; bu maddeye göre savaş mühimmatları ve savaş gereçleri hava sahası kullanılan ülkenin izni olmadan bu ülkenin hava sahasından geçirilemez.
Suriye uçağında silah veya benzeri ekipmanların olup olmadığını bizlerin bilmesi mümkün değil,  fakat yukarıda bahsedilen 2 madde Türkiye’nin davranışlarına sağlam bir hukuksal dayanak sağlıyor. Öte yandan unutmamak lazım ki bu gibi olaylar salt hukuksal olaylar değil, siyasi hareketlerdir. Türkiye her ne kadar hukuksal olarak haklı olsa da, bu hareketinin siyasi sonuçları doğuracağının da farkındadır muhakkak.
Gazetelerimizde pek yer bulmasa da Rusya’da Türkiye’nin bu davranışı haliyle pek hoş karşılanmadı. Özellikle Ankara’daki Rus diplomatların uçaktaki Rus vatandaşlarıyla iletişim kurmalarına izin verilmeyişi ve Türk hükümetinin uçakta Rus devlet şirketince üretilmiş silah ekipmanları olduğuna dair iddiaları Rus Dışişleri Bakanı Lavrov tarafından kesin bir dille reddedildi.
 Bu gelişmelerin ne tür sonuçlar doğuracağını şimdiden kestirmek zor fakat umarız ki Türkiye aleyhine sonuçlanmasın.    

Uluslararası çıkarlar, egemenlik ve ekonomi - Doğu Çin Denizinde adalar krizi


      Türkiye’nin uluslararası ilişkilerdeki önceliği uzun bir süredir Suriye. Suriye ile günlük olarak gerçekleşen atışmalar, gerginlikler gazetelerimizin ve büyük siyaset adamlarımızın öncelikli meşguliyeti haline geldi. Öte yandan sınırlarımızın epey uzağında uluslararası siyasetle ilgilenenlerin yakından takip ettiği önemli gelişmeler oluyor.
Senkaku – Diaoyu adaları
Uzakdoğu’da Çin ve Japonya arasında son birkaç aydır yoğunluğu artan bir gerginlik yaşanmakta. Bu gerginliğin sebebi ise Doğu Çin Denizinde bulunan Japonlarca Senkaku, Çinlilerce Diaoyu adıyla anılan birkaç kilometre kare genişliğindeki adacıklar. Japon adalarının en Güney Batı ucunda bulunan, Tayvan’ın Kuzey Doğusunda ve Çin’in Doğu kıyılarının açığında bulunan bu minik adacıklar grubu aslında uzun bir süredir Japonya ve Çin arasında gerginlik konusu olmakla beraber Japon hükümetinin geçtiğimiz günlerde aldığı karar sonucu konu gerginlik boyutunu aşıp krize dönmeye başladı.

Geçmişe kısa bir bakış bugün yaşananları daha kolay anlamamızı sağlayacaktır. Bu küçük adalara dair ilk kayıtlar 15’inci yüzyıla kadar gitmekte. Japonların ve Çinlilerin farklı isimlerle andıkları bu adacıklar üzerindeki ilk somut egemenlik girişimi 19’uncu yüzyılın sonlarında Japon İmparatorluğu’nun adacıkları kendi ülkesi ilan etmesiyle gerçekleşmiştir. 2’nci Dünya Savaşı sonrasında Japonya’nın yenilmesiyle adaları kontrol etmeye başlayan ABD, 1972’de adaları Japonya’ya iade etti.
Tartışılan bölge ve petrol/doğalgaz olduğu düşünülen bölge – İnterfax
Adaların Japonya’ya iade edilmesine Çin ve Tayvan itirazlarda bulunsalar da adalar Japon egemenliğine geri döndü. Öte yandan 1960’larda aynı zamanda önemli bir balıkçılık bölgesi de olan bölgede büyük petrol kaynakları olduğuna dair keşifler yapılmış.

 1972’den beri Japonya ve Çin arasında dönem dönem gündeme gelen adalar sorunu 2012’de Japon hükümetinin adaları Japon sahiplerinden satın alıp devlet arazisi haline getirmek istemesi ve Eylül 2012 itibariyle de bu adaları satın almasıyla beraber iki ülke arasında krize dönüştü. Japonya’nın adaları devletleştirme kararını takiben Çinli hükümet yetkililerinin sert açıklamalarının yanı sıra Çin halkı da Japonya karşıtı protestolara girişti.



Çin’de Japonya karşıtı protestocu Kin Cheung/AP

  Protestolar Honda gibi Japon şirketlerinin fabrikalarına karşı ve Japon mallarına karşı saldırılara dönüşünce birçok Japon firması Çin’deki fabrikalarında üretimlerine ara vermek zorunda kaldı. İki ülke arasında milli duyguların körüklenmesine yol açan bu kriz, Japonya ve Çin arasındaki ticaretin geleceği açısından da çok büyük önem arz ediyor.




Şangay’da bir Japon restoranı protestolara karşı camlarını örtüyor
The Guardian
Öyle ki Japonya’nın en büyük ihracat pazarı Çin iken, Çin’in de en büyük 6’ncı ihracat pazarı Japonya. Öte yandan ikili arasındaki ticaret dengesi 2011 sonu itibariyle Japonya lehine gerçekleşmiş. Adalarla ilgili tartışmalar ve tarafların tepkileriyle ilgili olarak Çin Komünist partisinin yayın organı olarak kabul edilen The People’s Daily gazetesindeki bir yorum ise dikkat çekici; ekonomik silahların iki ucu keskin bir bıçak olduğu ifade ediliyor bu gazetede. Nitekim Çin, ülkesindeki protestolar ve fabrikalara saldırılar sırasında Japon yatırımlarını korumak için ciddi önlemler almamış hatta teşvik etmiş bile olsa Japonya’nın ülkesine yaptığı yatırımların ne derece önemli olduğunun farkında olmaması mümkün değil.  Aynı şekilde Japonya’nın 2011 yılında 30 yıldır ilk defa gerçekleşen bütçe açığını da hatırlayınca ve Çin ile kendi lehine olan ihracat ve ithalat dengesi de göz önünde bulundurulunca, Çin’in Japon ekonomisi açısından büyük bir önemi olduğu ortaya çıkıyor.  

Çin'deki Japon otomobil üreticileri - China Daily

Öte yandan ekonomik gelişmelere ülkelerin içerisinden de bakmak doğru olabilir. Nitekim her iki ülkede de ekonomik sıkıntılar baş göstermeye başladığı görülüyor. Çin hükümeti uzun süredir %10 seviyesinde seyreden yıllık büyüme oranının 2012 yılı sonu itibariyle %7,5 seviyelerine ineceğini açıkladı. Bu oran elbette birçok Avrupa ülkesinin ve ABD’nin sadece hayalini görebilecekleri bir seviyede fakat unutmamak gerekir ki Çin’de hızla büyüyen bir nüfus var ve bu nüfusun gelir seviyesinin yükselmesi de ancak çok yüksek bir büyüme oranıyla mümkün. Dolayısıyla Çin’deki büyüme hızının düşmesi ülke ekonomisinin negatif sinyaller vermesi olarak değerlendirilebilir. Öte yandan Çin’in büyümesi büyük oranda Avrupa ve Amerikan pazarlarındaki taleple doğru orantılı olduğu düşünülürse bu bölgelerdeki ekonomik yavaşlamanın da Çin’e sıkıntı verdiği ortada.
Japonya’ya bakacak olursak, Çin’den farklı olarak üretiminin önemli bir kısmı iç pazarına yönelik olmakla beraber Japonya da 1980’den beri ilk defa bütçesinde açık verdi. Özellikle ithal ettiği yakıtların maliyeti ve Yen’in yüksek değeri yüzünden ihracatta yaşadığı zorluklar Japonya’nın ekonomisinin sıkıntılı bir dönemden geçmesine yol açıyor.
Bütün bu bilgiler ışığında bakınca iki ülke arasındaki krizin çok boyutlu ve ilk bakışta düşünüldüğünden daha karmaşık olduğu ortaya çıkıyor. Adaların bulunduğu bölgenin önemli bir balıkçılık bölgesi olduğu ve bölgenin önemli ticaret yolları üstünde yer aldığını görmek lazım.  Aynı zamanda bugüne kadar değerlendirilememiş olan bölgedeki muhtemel petrol kaynakları, günümüzde iyice değer kazanmış durumda.  

Japonya, Çin ve Tayvan'ın askeri güçleri - Financial Times

Özellikle yakın tarih boyunca Japonya’ya karşı savaşlarda hep yenilen Çin, bugün artan gücüyle beraber Japonya’nın hamlelerine boyun eğmeyeceğini açıkça belirtiyor. Aynı zamanda Çin’in düşman kardeşi Tayvan adalar konusunda Çin’e destek oluyor. ABD ise bugünlerde daha çok olayları izlemek, tarafları yatıştırmak ve bölgede azalan gücünü tekrar arttırmak üzere bölgede aracılık yapmaya çalışıyor. Fakat Çinli yöneticilerin bu sene Tokyo’da düzenlenen senelik İMF-Dünya Bankası toplantılarına katılmama kararı bile iki ülke arasındaki ilişkilerin ne kadar gergin olduğunu göstermeye yetiyor. 

David Simonds– The Guardian



Kaynakça:
The Guardian
The Japan Times
The Wall Street Journal
Xinhuanet
CIA factbook 2011
Interfax
China Daily 
Financial Times