30 Kasım 2012 Cuma

Zeytindağı, Filistin...

     Kısa bir Bursa ve İstanbul seyahatinden sonra tekrar Ankara’dayım. Seyahat sırasınca birkaç Bursa hatırası fotoğraf çektim ve Falih Rıfkı Atay'ın Zeytindağı isimli kitabını okudum. Falih Rıfkı Atay yedek subay olarak bulunduğu Filistin’de Osmanlı’nın son senelerine tanıklık etmiş önemli bir şahsiyet. Üstelik bizzat dönemin önde gelen liderlerinden Cemal Paşa'nın yanında tanıklık etmiş tüm olan bitenlere. Kitapta Osmanlının toprakları kaybedilirken yaşananları ve bölgenin bugün pek bilmediğimiz ve anlamadığımız yapısını anlatıyor Falih Rıfkı Atay. 


     Tam da bu kıymetli eseri okumuşken dün akşam Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunda gerçekleşen önemli bir oylamanın haberi geliyor. Biliyorsunuz Filistinlilerin hayali bir devlete sahip olmak ve bunun için de elli senedir çabalıyorlar. İşte tam bu amaç doğrultusunda Filistin dün BM Genel Kurulunda yapılan bir seçimle gözlemci üye devlet sıfatını kazandı. Bu sayede tersden ve kısmen de olsa Filistin devlet statüsüne sahip olmuş gibi gözüküyor.
     Bu noktada kullandığım bazı terimleri açıklığa kavuşturmak gerekli diye düşünüyorum. Öncelikli olarak devlet terimine bakmak gerekli. Uluslararası Hukuk hocası Prof. Hüseyin Pazarcı’nın tanımına göre devlet; ‘’ uluslararası hukukun statüsünü ve ilişkilerini düzenleyen temel birim olup, insan topluluğu, ülke ve kendi üstünde herhangi bir otoriteye bağlı olmayan bir siyasal yönetimden oluşan üç temel öğenin bir araya gelmesiyle var olur’’. Bu çok açık tanıma göre bu üç öğenin bir arada olmadığı durumlarda devletten bahsedilemez. Elbette bir ülkenin devlet olarak kabul edilebilmesi için bu koşulların yanı sıra diğer devletlerin de kendisini tanıması gerekmektedir. Örneğin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, bir insan topluluğu, bir ülke ve siyasal otoriteden bahsetmek mümkünken Türkiye haricinde burayı hiçbir ülke devlet olarak tanımamaktadır.

Dolayısıyla devlet olmanın sadece bir hukuki işlem olmayıp, uluslararası ilişkileri ve siyaseti de ilgilendiren bir durum olduğu açıktır. Uluslararası ilişkilerde devletler gibi bir kabul edilen ve tanınan bir diğer birim ise uluslararası örgütlerdir. Uluslararası hukuk ve antlaşmalar çerçevesinde var olan örgütlerden en önemlisi de Birleşmiş Milletler örgütüdür. BM’ye üye olma hakkına devletler sahiptir. Öte yandan BM bazı devlet olmayan birimlerini de tanımaktadır. Örneğin, AB ve Arap Birliği gibi örgütler de BM tarafından tanınmaktadır. Bu örgütler temsil ettikleri ülkeler adına BM’de konuşma yapma ve görüşlerini bildirme hakkına da sahiptir.

BM Genel Kurulunda Filistin'in statüsü oylanıyor
     BM Genel Kurulunda yapılan dünkü seçime kadar BM’de üye olmadan ‘’gözlemci üye devlet’’ statüsü ile temsil edilen tek ülke vardı. Bu ülke ‘’sui generis’’ yapısı ile, yani Türkçe anlamıyla kendisine özgü yapısı ile Vatikan’dır. Her ne kadar uluslararası ilişkilerde devlet olarak kabul edilse ve birçok devlet ile diplomatik ilişkileri bulunsa da Vatikan 1964’den beri BM’de gözlemci üye devlet statüsüne sahiptir. Vatikan’ın yanına ise artık Filistin’in adını yazmak doğru olabilir. Filistin bugüne kadar diğer devletlerin büyük çoğunlunca devlet olarak tanınmamıştı. Nitekim Filistin’i, İsrail’e bağlı olan yapısı, sınırları net olmayan toprakları ve tam bağımsız olmayan siyasi yapısı ile zaten hukuki anlamda devlet olarak kabul etmek pek mümkün değil. Fakat Filistin, bugün uluslararası hukukun tanımına göre bir devlet olarak kabul edilmeden, BM’de ‘’gözlemci üye devlet’’ statüsü kazandı. Filistin yönetimi kendileri açısından pragmatik davranarak hukuki açıdan tam anlamıyla devlet olmadan BM Genel Kurulundaki oylama sayesinde kendilerini kısa yoldan uluslararası camiaya kısmen de olsa devlet olarak kabul ettirme yolunu seçti ve bence bunda da önemli derecede başarılı oldu. Nitekim bu yeni statüsü sayesinde Filistin artık uluslararası örgütlere üye olabilecek ve BM çatısı altındaki faaliyetlerde sesi daha gür çıkacaktır. Ayrıca muhtemelen uluslararası ilişkilerde Filistin yönetimi olarak anılan yapı da zaman içerisinde Filistin devleti olarak anılmaya başlanacaktır.

     Oylamaya doğal olarak karşı çıkan İsrail ise önemli bir mağlubiyet almış oldu. İsrail tarafına göre öncelikle İsrail-Filistin sorunundaki sorunlar çözülmeli idi ve ancak iki taraf arasında mutabakat sağlandıktan sonra Filistin’in uluslararası statüsüyle ilgili gelişmeler gerçekleşmeliydi. İsrail açısından beklenen ama istenmeyen bu oylamanın önemli kısa ve uzun vadeli sonuçları olacağını görmemek mümkün değil. Nitekim bundan böyle İsrail’in karşısında siyasal ve hukuksal anlamda çok daha güçlü bir Filistin yönetimi bulacağı açık. 

 Umarız Ortadoğu’da gelecek geçmişten kötü olmaz… 

İnternational Herald Tribune'de çıkan bir karikatür

25 Kasım 2012 Pazar

İsrail-Filistin sorunundan önemli tarihler

Hazırladığım çizelgenin sağında bulunan eksi ve artı işaretlerinden görüntüleri yaklaştırabilirsiniz. Tarihçede birçok eksik olduğunun farkındayım. Zaman içerisinde eklemeler yapacağım.


21 Kasım 2012 Çarşamba

İsrail, Gazze ve Batı Şeria



Son günlerde Başbakan Erdoğan'ın gazeteleri kaplayan cümlelerinden en önemli meselemizin Gazze olduğunu fark etmişsinizdir... Gazetelerde çok ve televizyonlarda çok şey yazılıp çiziliyor ama ciddi ve tarafsız pek bir şey duyamıyoruz. İsrail, Gazze ve Batı Şeria neresi bilmeyenler aşağıdaki haritan öğrenebilirler.



Avrupa’da ekonomik sıkıntılar…



    Bugünlerde Avrupa’dan enteresan bir haber okudum. İspanya 160000€ değerinde ev satın alan yabancılara oturma izni verecekmiş. Bildiğiniz gibi son 3 senedir İspanya ve diğer bazı Avrupa ülkeleri ekonomik sıkıntılar yüzünden zor durumdalar. Amerika’da olduğu gibi bankalar kredisi geri ödenmeyen evleri sahiplerinden alıyor. Ellerinden yüz binlerce ev biriken bankalar, zaten değeri çok düşmüş olan bu evleri bir şekilde ellerinden çıkartmaya bakıyor. İspanya hükümeti de ülkeye kaynak girişini sağlamak ve ülkedeki gayrimenkul piyasasını canlandırmak için bir yasa yapmaya karar veriyor. İrlanda, Portekiz ve diğer başka Avrupa ülkelerinin yaptığın gibi belli bir değerin üstünde gayrimenkul satın alan yabancılara oturma izni vermeye niyetleri var. 
İspanya'da satılık ev sayısı artarken fiyatları düşüyor...
     Tabii İspanya gibi ekonomileri iyi gitmeyen İrlanda, Portekiz, Letonya da benzer şekilde ülkelerine yatırım çekmeye çalışıyorlar. Hatta Letonya İspanya’dan ‘’ucuza’’ size oturma izni veriyor. Başkentleri Riga haricindeki büyük şehirlerde 72000€’dan büyük bir yatırım yaparsanız oturum izni veriyorlar. AB ülkelerinde vizesiz yaşamak ve gezmek için fena bir yatırım değil galiba…

Letonya'nın başkenti Riga.
    Seçim sizin; Baltik denizi mi İspanya kıyıları mı...

17 Kasım 2012 Cumartesi

Dış odaklar, iç odaklar, canavarlar...



    Bir ülkede normalde sadece kaçıkların veya az sayıdaki aşırı uçlardaki insanların inanabileceği komplo teorilerine eğer tüm toplum inanmaya başlamış ve ciddiye alıyorsa o toplumun ruh sağlığının pek iyiye gitmediği ortadadır…

     Maalesef bu durum bence bugünün Türkiye’sini yansıtıyor. Bugün hangi sosyal çevreden gelirseniz gelin meşrebinize uygun bir komplo teorisi var…

    Son günlerin moda söylemi ara sıra tekrarlanan Özal’ın birileri, Devlet, bilinmeyen güçler, Ergenekon, Amerika, onlar veya bunlar tarafından öldürüldüğünün anlatılması. Örneğin Anavatan Partisi Genel Başkanı Çelebi bugün gazetelere demiş ki: “ (Özal) Dış ve iç odaklar tarafından ortaklaşa bir sistemle öldürüldüğünü düşünüyoruz”.  Mesele Çelebi veya bir başkasının bunu demesi değil. Mesele bu ülkede insanların büyük bir çoğunluğunun yaşanan olaylarda suçlamak için ya dış odakları, ya iç odakları, ya da daha iyisi her ikisini birden işaret etmeleridir. Ama her ne nedense kimse net olarak kimler olduğunu söylemez bu odakların. Zaten söylenebilecek bir şey de yoktur. Önemli olan herhangi bir konu hakkında yorum yapmak ve yorumunu desteklemek için de odakları devreye sokmaktır. Böylece insanlar yorumu yapanın ağzının içine bakarlar ve onun gerçekten bir şeyler bildiğini ama ‘’bazı sebeplerden’’ söyleyemediğini düşünürler. Bu sadece Özal’ın ölümüyle ilgili tartışmalarda geçerli değil tabi. Örneğin hükümetimiz sık sık odaklar dalına tutunurlar. Ne zaman ters bir şey olsa bazı odaklar devrededir. Hele ki hükümetimiz aleyhine olsun, maazallah kesin bazı odaklar bazı şeyler yapmıştırlar. Ayrıca bir diğer kaçıklığımız da olan her şeyin arkasında birilerini aramaktır. En güncel örneğimiz de Özal vakası; bazı odaklar öldürmüşler miş miş miş… Yahu olabilir, belki öldürülmüştür. Ama nasıl insanlar bu kadar kesin emin konuşabiliyorlar. Suikastmış, zehirlemeymiş…  Özal’ın zaten 1.60 boyu ve 100 küsur kilosuyla pek de sağlıklı bir şekilde 100 yaşını görmesi pek beklenemezdi herhalde!!!

   Maalesef bizleri esir alan delilik gün geçtikçe daha fazla kabul görüyor. Daha önceden doğal kabul edilebilecek hadiseler Türkiye’de gün geçtikçe esrarlı hale geliyor ve, fantezi dünyasıyla gerçek dünya karışmaya başlıyor. İşin en garip ve bence korkunç tarafı, koca koca insanların, fanteziyle gerçeği ayırt edememeleri.

    Eskiden hatırlarsınız bir trafik canavarımız vardı. Eskisi kadar olmasa da hala arada sırada gazetelerde kendisini görürüz.  Neydi bu trafik canavarı? Yollarda insanları öldüren, trafik kazaları yaptıran, ya da yapan bir şey… Bir canavar. Oysa ki canavar manavar yoktu: canavar bizlerdik. Ama yine şizofrenik düşünce yapımız devreye girmiş ve trafikteki suçu bir canavara yüklemiştik.
Garip gerçekten garip… Ama işin daha ilginci deliliğimiz gün geçtikçe artıyor. Ülke topluca komplo teorisyeni oluyor.

16 Kasım 2012 Cuma

İsrail, Hamas bitmeyen nefret...



     İsrail ile Filistin arasındaki çatışmalar ve kavgalar hakkında yazmak epey zordur. Zordur çünkü elle tutulur bir yazı karalamak isterseniz bölgenin tarihinden halklarına, haklarından günümüz siyasetine kadar pek çok konuyu bilmeniz gerekir.  Ayrıca her gün bölgede yeni gelişmeler oluyor. Nitekim geçtiğimiz Çarşamba günü İsrail ordusunun Hamas’ın askeri kanadının liderlerinden Ahmed Cabari’yi Gazze’de bir füze saldırısıyla öldürmesi bölgeyi tekrar hareketlendirdi. Cabari’nin öldürülmesinin ardından Hamas da İsrail’e tekrar roketler ve füzeler göndermeye başladı.

Cabari'nin paramparça olan aracı. Ali Hassan/Reuters /Landov
     Göreceli olarak sakin olan İsrail’in ticari merkezi Tel Aviv de füzelerden nasibini aldı ve Körfez savaşından beri ilk defa halk füzelere karşın sirenlerle uyarıldı.

Tel Aviv'e füzelerin düşmesiyle sirenler insanları
saldırılardan korunmaları için uyarıyor.
Fotoğraf Dana Kopel
     Karşılıklı saldırıların sürmesi sonucu Mısır Başbakanı Hişam Kandil ateşkes sağlanabilmesi için bugün (Cuma) Gazze’yi ziyaret ediyor. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu Hişam’ın Gazze’yi ziyareti sırasında İsrail’in Hamas’a yönelik harekâtına ara vereceğini söylemişti. Fakat sabah Hişam’ın Gazze’ye gelişinden kendilerine yönelik füze saldırılarının sürmesi sonucu İsrail de Gazze’ye tekrar füzeler göndermeye başladı. 

    Tüm bu gelişmeler olurken bölgedeki ve dünyadaki siyasi aktörler de dünya görüşlerine ve oynadıkları seyircilerin menşeine göre açıklamalar yapıyorlar. Ülkemizin siyasileri elbette kendilerinde bekleneceği gibi derhal mazlum Müslümanların yanında yer alıp İsrail’in canavarlığından ve teröristliğinden dem vurup, İsrail’in seçim yatırımı yaptığını vurguluyorlar.  Öte yandan İngiliz Dışişleri Bakanlığı da karşıt bir açıklamayla Hamas’ın bu olayların temel sorumlusu olduğunu ifade edip, özellikle İsrail’in Güneyinde yaşayan İsraillilerin Hamas’ın füze tehdidi olmadan yaşamlarını sürdürebilmelerinin zorunlu olduğunu söylüyor. 

BBC'den alınan bu çizim Hamas'ın roketlerinin menzilini gösteriyor
       Hatırlarsanız birkaç sene evvel Türkiye İsrail ile Filistin arasında arabulucu olmaya çabalıyordu. Sonrasında İsrail ile aramız bozulunca bu sefer Türkiye ile İsrail arasına arabulucular girmeye başlamıştı. Şu sıralarda Türkiye’nin yapamadığını Mısır yapmaya çalışıyor gibi gözüküyor. Başbakanlarının Gazze’ye gitmesi, ateşkesi sağlamaya çalışması olumlu bir çaba gibi. Her ne kadar Hişam Kandil daha çok Filistinliler lehine açıklamalar yapsa ve İsrail’i olaylardan sorumlu tutsa da, bu açıklamalar daha çok kendi kamuoyunu tatmin yönelik olduğunu hissediyorum. Nihayetinde Mısır’ın Batı’nın ve özellikle de ABD’nin siyasi ve ekonomik desteğine ihtiyacı var. Bu destek de ancak Mısır’ın İsrail’e yönelik dengeli bir politika izlemesi karşılığında verileceğinden, Mısır’ın İsrail’e karşı saldırgan bir tutum alması beklenemez. Mısır ve İsrail arasındaki en önemli konunun 1979 Barış Antlaşması olduğunu da unutmamak lazım. Batı ülkelerince Ortadoğu’da barışın sağlanmasında en önemli köşe taşlarından birisi olarak görülen bu barış antlaşmasının Hüsnü Mübarek sonrasında Mısır tarafından sürdürülüp sürdürülmeyeceğine dair şüpheler vardı. Fakat Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi Mısır’ın 1979 Barış Antlaşmasına sadık kalacağını değişik vesilerle ifade etmesi İsrail’i ve Batı ülkelerini rahatlatmıştı. 

    Şimdilik İsrail ile Filistinliler arasında yaşananlar daha önce yaşananlardan çok farklı değil, ama umarız ki olaylar büyümeden taraflar arasında geçici de olsa bir orta yol bulunur ve bölge biraz sakinleşir.  

Hamas'ın füzeleri İsrail'de can yakıyor
İsrail'in füzeleri Gazze'de can yakıyor...